Dün yaz tatili sonrası ilk oyunumu izledim. Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Hikayesi oyunu Ankara Devlet Tiyatroları’nda bu sezon yeni diye biliyorum. Trajedi/dram türünde bir oyun. Oyunun konusuna çok fazla değinmek istememekle beraber eski İstanbul’da geçtiğini söyleyebilirim. Saraydan eline bir eski ceviz sandık tutuşturulup bir mahalleye yerleştirilen Mahitab Hatun ile mahallenin kemancı genci Artin arasında, mahallelinin çok sevdiği yaşlı Firuz Bey’in oluşturmaya çalıştığı bir aşk hikayesi. E bunun suni bir aşk hikayesi olduğunu Mahitab Hatun’un anlamasıyla da trajedi başlıyor haliyle.
Dediğim gibi oyunun ayrıntılarına inmek istemiyorum çünkü bu bir sergi işi ve izlenmeli… Ancak oyuncularla, dekorlarla ilgili söylemek istediklerim var tabi ki.
Öncelikle çok kalabalık bir ekip vardı. Yedi mahalleli kadın, beş tulumbacı, Artin, Mahitab Hatun, Firuz Bey, Merzuka ve sahneye çeşitli rollerde girip çıkan iki üç kişi daha vardı. Yani yaklaşık yirmi kişi bir sahneyi paylaştılar. Müzikli bir oyun, o yüzden de kendi içinde akan bir yapısı var ki bu beni sürekli oyunda tutan şeylerden biriydi.
Ancak dekorlarla ilgili biraz sıkıntı yaşadım. Benim oturduğum koltuk en köşedeydi. Açıdan dolayı büyük ihtimalle, çok fazla yordu dekorlar gözümü. Ortadan nasıl görünüyordur bilemiyorum ancak benim bulunduğum yerde, pencere bir yerde, çatı bir yerde gibi görünüyordu ve bir süre sonra neye bakacağımı şaşırdım, sonuçta sahne oyuncu bakımından da kalabalık bir sahne. Havaya değişik geometrik şekiller asılmış gibi kaldı bir noktadan sonra, belki bu değiştirilebilir. Onun dışında zemin dekorları bence yerli yerindeydi.
Öncelikle çok kalabalık bir ekip vardı. Yedi mahalleli kadın, beş tulumbacı, Artin, Mahitab Hatun, Firuz Bey, Merzuka ve sahneye çeşitli rollerde girip çıkan iki üç kişi daha vardı. Yani yaklaşık yirmi kişi bir sahneyi paylaştılar. Müzikli bir oyun, o yüzden de kendi içinde akan bir yapısı var ki bu beni sürekli oyunda tutan şeylerden biriydi.
Ancak dekorlarla ilgili biraz sıkıntı yaşadım. Benim oturduğum koltuk en köşedeydi. Açıdan dolayı büyük ihtimalle, çok fazla yordu dekorlar gözümü. Ortadan nasıl görünüyordur bilemiyorum ancak benim bulunduğum yerde, pencere bir yerde, çatı bir yerde gibi görünüyordu ve bir süre sonra neye bakacağımı şaşırdım, sonuçta sahne oyuncu bakımından da kalabalık bir sahne. Havaya değişik geometrik şekiller asılmış gibi kaldı bir noktadan sonra, belki bu değiştirilebilir. Onun dışında zemin dekorları bence yerli yerindeydi.
Sezona yeni girmiş ve o sezon ilk kez oynayacak oyunlara karşı bir fetişizmim var sanırım. Çünkü yeni girmiş bir oyuna bir sezon başında bir de sezon sonunda gidip karşılaştırmasını yapmaktan çok keyif alıyorum. Yeni bir oyuna gidişinizde oyuncuların karakterlerine ne kadar ısınabildiklerini, ne kadar o role girebildiklerini ve ne kadar “o” olabildiklerini (ya da olamadıklarını) görebiliyorsunuz. Dünkü oyunda beni en heyecanlandıran şey de aslında buydu. Mesela o beş kişilik tulumbacı ekibinde en çok “seyrekbasan” karakterini canlandıran Burçak Kaya’yı beğendim. Ne yalan söyleyeyim kendisinin repliğinin gelmesini heyecanla bekledim. Yüzünde mahallenin ve tulumbacıların alaycı, zıpır biraz da saf bir delikanlısı ifadesi vardı. Yaratmak istediği şey bu muydu bilmiyorum ama bu olduğunu varsayarak, keyifle izledim kendisini. Ayrıca tulumbacı reisi Abidin’e seslenirken her “Abidin?” deyişinde aklımda +Ramazan?
-Ne?
replikleri canlandı. Ses tonunu benzettim sanırım.
Yine keyifle izlediğim mahalleli yedi kadının içerisinde (adını bulamadığım için belirtemeyeceğim) oyundaki adının Heleni olduğunu anladığım bir kadın oyuncu vardı. “a kuszum e ya binim bas arilarim ne olazak” şeklinde konuşması ve bu şekilde oldukça hızlı konuştuğu, hatta kavga ettiği sahnelerde bile hiçbir dil sürçmesi vs. yaşamaması beni çok etkiledi, rolüne ısınmada bir problem yaşamadığını ve işte şu bahsettiğim “o” olma olayını hissettim.
-Ne?
replikleri canlandı. Ses tonunu benzettim sanırım.
Yine keyifle izlediğim mahalleli yedi kadının içerisinde (adını bulamadığım için belirtemeyeceğim) oyundaki adının Heleni olduğunu anladığım bir kadın oyuncu vardı. “a kuszum e ya binim bas arilarim ne olazak” şeklinde konuşması ve bu şekilde oldukça hızlı konuştuğu, hatta kavga ettiği sahnelerde bile hiçbir dil sürçmesi vs. yaşamaması beni çok etkiledi, rolüne ısınmada bir problem yaşamadığını ve işte şu bahsettiğim “o” olma olayını hissettim.
Bunun dışında aynı hissi iki üç oyuncudan daha aldım. Başrol oyuncuları; Mahitap Hatun, Artin ve Merzuka. Özgür Deniz Kaya’nın en çok o saf, saygılı, vicdanlı ve o ikilem halinin harmanını bu kadar güzel bir biçimde yüzüne oturtmasında yakaladım Artin’i. Ebru Uysal’ın sahneye daha ilk girişindeki o aşka aşık mağrur kadın yürüyüşünde buldum Mahitab Hatun’u.
Ama en çok Sinem Lökbaş yer etti açıkçası bende, rolünün hakkını her şeyiyle verdiğini düşünüyorum. Mimikler, jestler, danslar, ses tonu, nazal konuşma… Eğlenceli, deli, sevgi dolu, sadık bir roman kadını yansıttı bize. Merzuka ile ilgili sadece şunu söyleyebilirim, sahneye ilk geldiğinde eşinin onu aldattığından, başka bir kadından çocuk yaptığından bahsetti. Bu bahsi üzgün bir suratla yaptı ve en son çocuğa üzülmüş gibi bir ifadeyle “e ben de ne yapayım aldım şoparı yanıma” dedi.
Roman bir arkadaşım vardı, neden bilmiyorum bu şopar kelimesi ağzıma sevimli, tatlı bir şeymiş gibi yer etmiş ve çocuk roman olduğunu söylediğinde “anam sen şupar mısın be ya” demiştim. Çocuk da bana “çok tatlısın tuniş ama şopar köpek demek bence bunu kullanma…” demişti. (hazin bir hikaye) Neyse demek istediğim şu; eğer eşinin başkasından çocuğu olduğu için bu çocuğa şopar dediyse neden acır ifade, sanki daha çok başına kalan bir angarya gibi bir ifade olmalı. Ha eğer “bu sübyanın suçu ne napayım ben de aldım yanıma” ifadesi yaratmaksa amaç şopar oraya anlam bakımından uymuyor gibi. Gerçi bunu belki de salonda bir tek ben biliyordum, ama yine de düzeltilmeye değer diye düşünüyorum.
Ama en çok Sinem Lökbaş yer etti açıkçası bende, rolünün hakkını her şeyiyle verdiğini düşünüyorum. Mimikler, jestler, danslar, ses tonu, nazal konuşma… Eğlenceli, deli, sevgi dolu, sadık bir roman kadını yansıttı bize. Merzuka ile ilgili sadece şunu söyleyebilirim, sahneye ilk geldiğinde eşinin onu aldattığından, başka bir kadından çocuk yaptığından bahsetti. Bu bahsi üzgün bir suratla yaptı ve en son çocuğa üzülmüş gibi bir ifadeyle “e ben de ne yapayım aldım şoparı yanıma” dedi.
Roman bir arkadaşım vardı, neden bilmiyorum bu şopar kelimesi ağzıma sevimli, tatlı bir şeymiş gibi yer etmiş ve çocuk roman olduğunu söylediğinde “anam sen şupar mısın be ya” demiştim. Çocuk da bana “çok tatlısın tuniş ama şopar köpek demek bence bunu kullanma…” demişti. (hazin bir hikaye) Neyse demek istediğim şu; eğer eşinin başkasından çocuğu olduğu için bu çocuğa şopar dediyse neden acır ifade, sanki daha çok başına kalan bir angarya gibi bir ifade olmalı. Ha eğer “bu sübyanın suçu ne napayım ben de aldım yanıma” ifadesi yaratmaksa amaç şopar oraya anlam bakımından uymuyor gibi. Gerçi bunu belki de salonda bir tek ben biliyordum, ama yine de düzeltilmeye değer diye düşünüyorum.
Bakalım, eğer bilet bulmada sorun yaşamazsam sezonun son oyununa da gitmek istiyorum. Gidince neler değişmiş onları da paylaşırım.
Bu stoxu bitirmeden önce tiyatronun “arka taraf” ve “ön taraf” ile bir bütün olduğunu belirtmek istiyorum. O yüzden tek tek okusanız da okumasanız da ben tüm ekibin adının burada yer almasını bir borç biliyorum.
Bir başka sanat stoxumda görüşmek üzere.
Bir başka sanat stoxumda görüşmek üzere.
Yazan. Güngör Dilmen
Rejisör: A.Sinan Pekinton
Dekor Tasarımı: Hasan Yavuz
Kostüm Tasarımı: Ceren Karahan
Işık Tasarımı: Zeynel Işık
Müzik – Koropetitör: Nedim Yıldız
Hareket Ve Dans Düzeni: Asena Melikoğlu
Dramaturg: Orhan Karataş
Asistanlar: Güneş Altınbaş – Sibel Günday
Sahne Amiri: Pınar Güldü
Kondüvit: Hüseyin Ataseven
Işık Kumanda: Şefaat Salcı
Suflöz: Kevser Burcu Tezel
Aksesuar Sorumlusu: Serkan Ilıcakaya
Dekor Sorumlusu: Erdal Taşdemir
Kostüm Tasarımı: Ceren Karahan
Işık Tasarımı: Zeynel Işık
Müzik – Koropetitör: Nedim Yıldız
Hareket Ve Dans Düzeni: Asena Melikoğlu
Dramaturg: Orhan Karataş
Asistanlar: Güneş Altınbaş – Sibel Günday
Sahne Amiri: Pınar Güldü
Kondüvit: Hüseyin Ataseven
Işık Kumanda: Şefaat Salcı
Suflöz: Kevser Burcu Tezel
Aksesuar Sorumlusu: Serkan Ilıcakaya
Dekor Sorumlusu: Erdal Taşdemir
OYUNCULAR:
Mahitab: Ebru Uysal
Firuz Bey: Ali Fuat Davutoğlu
Abidin: Ergin Özdemir
Kuş Hüseyin: Özgür Cengiz
Artin: Özgür Deniz Kaya
Seyrekbasan: Burçak Kaya
Hidayet Bülbül: Tamay Açıkel
Ablasıgüzel: Volkan Demirer
Merzuka: Sinem Lökbaş
Kadınlar:
Meray Saygı
Ezel Erkman
Fikriye Musluoğlu
Gül Öz
Öykü Yılmazer
Buse Çağla Çelik
Dilek Ersoy
Nane Şekerci Halis/Kömürcü Çırağı: Cem Sel
Saray Adamı/Sünnetçi/Garson: Kağan Tekin
Saray Adamı/Garson/Halk: Volkan Çendik
Firuz Bey: Ali Fuat Davutoğlu
Abidin: Ergin Özdemir
Kuş Hüseyin: Özgür Cengiz
Artin: Özgür Deniz Kaya
Seyrekbasan: Burçak Kaya
Hidayet Bülbül: Tamay Açıkel
Ablasıgüzel: Volkan Demirer
Merzuka: Sinem Lökbaş
Kadınlar:
Meray Saygı
Ezel Erkman
Fikriye Musluoğlu
Gül Öz
Öykü Yılmazer
Buse Çağla Çelik
Dilek Ersoy
Nane Şekerci Halis/Kömürcü Çırağı: Cem Sel
Saray Adamı/Sünnetçi/Garson: Kağan Tekin
Saray Adamı/Garson/Halk: Volkan Çendik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder