1 Ocak 2020 Çarşamba

STEFAN ZWEIG SATRANÇ -Oyun Analizi



Dün akşam saat 20:00’de Şinası Sahnesi’nde Stefan Zweig’in Satranç kitabının tiyatroya uyarlanmasını izledim. Kesinlikle etkileyici olduğunu ve mutlaka izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Normalde gittiğim oyunlarda oyunun konusunu anlatmayı pek istemiyorum ancak bu oyunda bence izlediğimiz asıl şey özellikle başrolün oyunculuğuydu. Yani konuyu söyleyince sürprizin kaçacağını düşünmüyorum. Bir de zaten bu devirde Satranç’ı okumayan da kalmamıştır bence.
(Kaldıysa da okuyun zaten on sayfa, cahilliğin lüzumu yok çocuklar..!)
Neyse efenim, konu özetle şu şekilde; New York’tan Buenos’e giden bir yolcu gemisinde yolcular arasında bulunan bir milyoner, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’e , ücret karşılığı bir parti satranç oynamayı öneriyor. İkisinin oyununu izleyen Avusturyalı Dr.B oyun sırasında kendini tutamıyor ve oyuna karışıyor. Son anda oyunun berabere bitmesini sağlayan bu karışma sonucu kendisine şampiyonla karşılaşması öneriliyor. Ancak Dr. B, Gestapo tarafından bir otel odasına kapatılmış, oyalanacak hiç bir şeyi olmadan bu odada uzunca bir süre tek başına kalmış ve bir gün bir rastlantı sonucu eline bir satranç kitabı geçirmiş biridir. Uzun zaman sonra oyalanacak tek şeyi olan bu kitaptan satrancı öğrenmiştir. Malum bu otel odasında satranç tahtası ve taşları yoktur. Dr. B. önce ekmek içlerinden taşlar vs yapar, daha sonra da tamamen zihninde oynar oyunlarını. Tabi işin içine kendine karşı satranç oynamak da girince akıl sağlığını pek de koruyamaz. En sonunda da kendisine yasaklanır satranç. İşte yaklaşık yirmi yıl sonra gemide böyle bir durumla karşılaşınca da anıları depreşiyor ve bu adamın duygusal hezeyanını izliyoruz.
Açıkçası az önce parantez içinde okumayanlara bir küçük sövdüm, zaten on sayfa diye, ama kitabı okurken de kitaba sövüyordum, neden akmıyor bu kitap diye. İncecik bir kitap olmasına rağmen elimde neredeyse bir ay gezdirmiştim o kitabı. Kitaba o kadar ısınamadığımı düşünüyorken dünkü oyunda, özellikle Dr. B’yi canlandıran Bahattin Doğan’ın oyunculuğuyla, adeta kitap satırları gözümün önüne geldi… O kadar ki sanki Dr B oymuş ve Zweig amca yazarken onu yazmış gibi bir “bir olmuş” rolüyle.
Ayrıca oyunlaştırmanın da harika olduğunu düşünüyorum. Kitaptan kopulmadan, kitapta anlatılanlar olduğu gibi alınmış tiyatro metnine.
Oyun gemideki satranç oyunuyla başlıyor. Daha sonra Adam’ın Dr. B’yi bir oyun oynamasına ikna için odasına gelmesi ve Dr. B’nin hikayesini anlatmasıyla devam ediyor.
İlk sahnede dekorlara anlam verememiştim. Kocaman yüksek yüksek kayaları andıran, kireç rengi, çarpı işaretli ve çarpı işaretlerinde ışıklandırmalar olan yükseltiler. İlk sahne bittiğinde ne alaka gemiyle bu kireçler demiştim. Sonuçta kitaba göre gemide olmaları gerekirdi, değil mi?
Ancak daha sonra Dr. B anılarını anlatmaya başladığında şöyle bir cümle kuruyor:
“Size Nazi kamplarından ve işkencelerden bahsedeceğim sanıyorsunuz, değil mi bayım? Ama hayır, bizi kamplara götürmediler.Hiçliğin orta yerine götürüp bıraktılar bizi.”
Sonradan iç sesimden gelen “heeeeeeğğğ” sesiyle garip bir haz yaşadım. Sanırım bu haz literatürde Stendhal sendromu olarak geçiyor; bir sanat eserinin güzelliği karşısında aşırı derecede heyecanlanma ve bazen kendinden geçme hali. Yani evet ben kendimden geçip o yana bu yana bayılmadım, ama o gri dikitlerin, adamın zihnindeki grilik ve hiçlik halinin yansıması olduğunu anladığım o küçücük anda kalbim pıtpıt oluverdi.
(O pıtpıtlığı seviyorum. Stendhal sendromuma karşı bir Stockholm sendromum var sanırım.)
Oyunculara gelirsek, eleştirebileceğim tek oyuncu bile yok. Tüm oyunu dört kişi oynadılar zaten. Bahattin Doğan’ın bir saat boyunca yorulmadan titreyen eli, uzun tiratları, uzun uzun gülmesi, sonra birden ağlaması; her şeyi… Hüseyin Baylan’ın Dr. B’nin deli iç sesi olması, bazen Alman subayı olması, bazen de Adam… Hatta Mcconor ve Czentovic’in bir sahnede köpek olması… Gerçekten güzel oyunculuklar izledik dün akşam. Bazen Dr. B’nin anılarını canlandırırken ağır çekim oynadılar ki bence o da çok etkileyici bir iş çıkardı ortaya.
Kireç taşlara yansıtılan ışıklarla, kullanılan müziklerle, seslendirmelerle gerçekten Dr. B’nin deli zihnindeydik. Bana göre tek kelimeyle muhteşemdi.
Kadroya ulaşabildiğim sürece sizlerle de paylaşacağımı söylemiştim. Tekrar söyleyeceğim ve büyük ihtimal bunu söylemekten hiç bıkmayacağım; sahne sanatları bir bütündür ve disiplin işidir. Dolayısıyla tiyatro da öyle. Dün akşamki disiplinin mimarı olan ekibi şöyle bırakıyorum:
Yazan: Stefan Zweig
Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu
Oyunlaştıran: Ahmet Yapar
Yöneten: Özgür Avcu
Dekor Tasarımı: Sinan Sungur
Kostüm Tasarımı: Deniz Çağrı Bilgili
Işık Tasarımı: Mehmet Yaşayan
Müzik: Onur Yüce
Koreografi: Gülden Çelen
Yönetmen Yardımcısı: Özlem Gür
Asistan: Yağmur Evin
Sahne Amiri: Sibel Boztaş Bulgan
Kondüvit: Adem Tutak
Işık Kumanda: Ekrem Durmuş
Dekor Sorumlusu: Serdar Kızılırmak
Aksesuar Sorumlusu: Erhan Gebitekin
Erkek Terzi: Necati Özgül
OYUNCULAR:
Dr B. M.: Bahattin Doğan
Adam: Hüseyin Baylan
Mcconor: Hasan Çağrı İlikoğlu
Czentovic: Sercan Çelik
Sesler: Özlem Gür, M. Bahattin Doğan, Hüseyin Baylan
Sırada Lüküs Hayat var ki beni bu ay en çok heyecanlandıran oyunlardan biri…
O zaman bu stoxu da “Lüküs Hayat’ta görüşürüz” diyerek bitiriyorum.
Sanatla kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

AYŞE OPERETİ -Oyun Analizi

“Aman Ayşe’m, canım Ayşe’m Gel aç şu duvağı. Uzat bana alevlenen O yangın dudağı.” Ayşe Opereti’ni yaklaşık iki hafta önce izledim...